DÖLLEK- 1969
Köyünün en Delikanlılarından Sadi Abim ile:

Rabbim, gani gani rahmet etsin seni emi Sadi Abim benim.
Vakti zamanın da köyünde ne de muhteşem bir dünyası vardı Sadi abimin.
Sadi Abim eşittir silah, küheylan gibi atlar ve de köyün en canavar avcı köpekleri.
Ahhh. hele o köpekleri var ya.
Başıma ne işler açmıştı. Halen daha köpekten çok korkarım. Beni hiç terk etmeyen, hatta bilmem beynimin hangi lob’una tahtını kurmuş oturuyor ki o köpek; köpek fobim asla beni terk etmiyor maalesef. Haydi okuyun da bana hak verin.
Dayımların yerleşkeleri hatırladığım kadarı ile 3 yada 4 ayrı gruptan oluşmaktaydı. Birinci bölüm; İkâmet edilen ev/hane bölümü. İkinci bölüm; Konak Odası-Misafir Ağırlama Mekânı .(Burası çok görkemliydi. Heyybe..Uzun
yıllar Maksud Efendi ile, daha sonraları da tek erkek evladı Said efendi ile nice muhterem zevatlara –ki bunların en
başında Cennet Mekân Alvar İmam-ı Muhammed Lütfi Efemin Kardeşi Efsemce köyü imamı nâm-ı ile maruf
Vehbi Efendi Efem çokça misafirlikleri ile şereflendirirlerdi- ve daha nice merasimlere ve neler nelere şahitlik ve ev sahibliği yapmıştı bu konak odası..)
Üçüncü yerleşke bölümü Ahırlar, Dördüncüsü ise Merekten-Samanlık/Otluklardan- oluşmaktaydı.

Bu bilgilendirmelerden sonra başa dönüyorum. Hani şu köpekle hemhal olma mevzuuna.
Sadi abim bir yavruyu büyütüyor. Sanırım cins bir ırkın yavrusuydu. Çok ama çok azgın, çok şımartılmıştı. Sadi abimle nasıl oynaşıyor ki heyecanlanmamak elde değil.
Çok hevesleniyorum. Abime çok ısrarla ya bende onunla oynamak istiyorum
diyiyorum. Yani o yavrunun Sadi Abime yaptığı yaramazlıkları gördükçe insanın sahiden o köpeği değil bir an olsun
yanından ayırmak cidden yatağında bile yatırası gelir. Ben heveslendikçe Sadi abimde ısrarla sabırlı olmamı, bana iyice alışması gerektiğinden bahsediyor. Yoksa seni parçalar falan diyor. Ben ise tam tersini anlıyor, köpeğine kıyamadığından-zarar veririm endişesi ile- benimde oynamama izin vermiyor diye düşünüyordum.
Onun olmadığı bir zaman diliminde yavruyu, konağın yan tarafında çöplük/küllük dediğimiz bir alan vardı. Her
nasılsa ortası epeyce bir boş/çukur haldeydi orada gördüm. Ehh yakaladım, bak benle de oynaşsında sende gör
gibilerinden düşüncelerle Sadi Abime sözüm ona bu işte ne kadar iyi olabileceğimi kanıtlayacak fırsatı yakaladım hesabı ile pür neşe gel kuçu kuçu-ismi de vardı ama şimdi hatırlayamıyorum- yaklaştım. Beni gördü biraz af buyurun hırladı bilmem bir şeyler yaptı. Ben kendi hedefime kilitlenmişim ya. Köpeğin hal ve hareketlerini tahlil etmekten epeyce uzağım. Zaten istesem de bunu becerebileceğimi pek sanmıyordum o halet-i ruhiyem ile.
Derken ben, kendimce sözüm ona ürkütmemeye gayret ederek temkinle, ona sevecen davranışlarla yaklaşıyorum.
Çöplüğün tepesine kadar çıktım. Çok yaklaştım. Tamam, başarıyorum galiba derken aman Allahım!. Ya bana doğru bir uçtu ki.
Göksüme vurur vurmaz kendimi çöplüğün ortasındaki hatırı sayılır çukurun orta yerine yüz üstü kapaklanmış buldum. Üstüm-başım, ağzım-gözüm küllerle doldu. Bitti mi ki..! Ya beni nasıl o küllerin içinde yuvarlıyor ki. Nasıl ağlıyorum. Ödüm koptu. Ya o küçük gudik/yavru sanki canavar oldu, adeta devleşti. Sanırım ya Murat ya da komşu birisi gelip kurtardı.
Sadi Abim epey bir müddet dalga geçti durdu. Ola ……… (ismini unuttum yavrunun) kaç geliyor diye.

Acaba Sizce Ben Uslanmış Olabilirmiyim.?
Dediğim gibi Sadi Abimin tutkularından biriside silah idi.Galiba benim gördüğüm çıftli denilen çift fişek konulan çift namlulu çok güzel bir silahdı. Konak odasındayız sanırım. Duvardan indirdi silahını. Canı bir yerlere nişan alıp ateş etmek istiyor ama fişek/mermi bitmiş. O zamanlar nerede o öyle canının istediği şeylere hemencecik kavuşabilmek.
Bana dedi ki; İsmail Hakkı, bak sen misafirsin seni kırmaz git Tesin emimden (Tahsin Amca , Dayımın amcasının oğluydu.Dayımdan sanırım on onbeş yaş büyüktü. Rabbim cümlesine Rahmeti ile muamele buyursun)
fişek iste seninle killiğe (bu killik denilen mevkideki toprak çok ilginçtir.Kap-kaçak ve insanlar kendi şahsi temizliklerinde hijyen malzemesi olarak kullanırlardı ve sanırım halen daha kullanılmakta.) gidip orada ateş
edelim.Söz sana da silah attıracağım. Olur giderim dedim ama ben silah kullanmak istemiyorum. Ya ne istiyorsun?.
Senin o kısrağına bindir beni. Bunu duyar duymaz yüz hatları değişti adeta. O atı size nasıl anlatsam ki: Hani şu
meşhur köpeği var ya. Gerçekten sanki bir bütün gibi bir birilerini tamamlar gibiler. Hele o Kısrak ne vakarlı, ne
muhteşem heybetliydi.Canım gidiyor binmek için. Ciddi ciddi kızdı bana. Köpek için söylediklerinin aynısını
söyledi.
Bak bu köpeğe falan benzemez. Sakın haa.. sakın. Denemek bile…… Ya sen delimisin. Beni bile üstüne tam kabul
etmiş değil. Çok endişeli bir halde bu ve benzeri şeyleri çokca söyledi durdu.
Yok dedim o zaman gidip istemem. Kendisi meğerse birkaç sefer Tahsin amcadan fişek isteyip almış.Tekrar
istemeyede utanıyormuş. Ama bu işler hastalık derecesinde bir tutku oldu mu insanın kendini frenlemesi gerçekten
çok zor oluyordu.
Çok cebelleştik ama nihayet o zaafına yenildi ve benim şartımı kabul etti. Dedim ya silahın barut kokusunu özlemek diye bir şey varmış.
Tutku bu ya..
Gittim Tahsin Amcanın evine elini öptüm, hoş beş gelmişlerden sonra ağzımdaki baklayı çıkarıverdim. Fişek/Mermi lazım bana cümlesini duyar duymaz o nazik hal hatır soran beni gözlerimden öpen adam bir sertleşti bir sertleşti ki bu tepkiyi beklemediğim için şaşırdım kaldım. Zaten anladı beni Sadi Abimin gönderdiğini. Beni de Sadi abimi de nasıl fırçalıyor.
Bağırıp çağırıyor.Tabanlara kuvvet bir kaçtım ki yanından. Geldim anlatmaya başlayacaktım ki Sadi abim eli boş geldiğimi anladı.Hadi gel bacaya çıkalım çok sinirlendiyse buraya da gelir dedi. Hem bacaya çıkıyor hem de
Sadi abime, bak ben karışmam gittim istedim vermedi bana ne. Bak beni yine o kısrağa bindireceksin diyorum. Söz
verdin. Oda bana nasıl kızıyor ki. Niye mermi mi getirmiş miyimde, hak etmiş miyimde. Zaten rızalığı yoktu. Barut
kokusuna olan hasretinin uğruna zorla kabul etmişti.
Ehhh Sadi Abim benim, sen bilirsin. Ben bineyim de sende gör.
Aradan birkaç gün geçti.olay unutuldu gibi. Her gün hep beraber tarlaya, sağa sola gidiyoruz. Ben bu arada Sadi
abim atla ilgilenmeye başladı mı çaktırmadan hep onu izlerdim. Ata gem, eyer nasıl vuruluyor onu öğrenmeye çalışıyorum. Epeyce öğrendim. Kendime göre ben hazırdım artık. Bir sabah dayım, galiba Sadi abimi bir maslahat için (Alış-veriş) Horasana gönderdi. Bize de toparlanın tarlaya diye seslendi. Vay anam da anam. Beklediğim o muhteşem günüm gelmişti artık. Benim oram ağrıyor buram ağırıyor derken tarlaya gitme işinden arazi oldum.
Bekledim koyunların öğlen saatlerinde gelip sağılıp tekrar meraya otlatmaya dönmelerini. Hesaplamışım, genelde ahırlara sabah erken saatlerde ,öğlen süt sağım aralıklarında birde akşam saatlerinde evden millet gelirdi. Onun haricinde artık çok özel bir durum olacaksa gelinirdi. Davarlar/Koyunlar sağıldı. Çobanlar sürüyü köyden uzaklaştırdı. Ve sıra bana geldi.
Daldım ahıra, At tüm ihtişamıyla sanki beni bekliyor. Bayağı boyum kısa ki ata gem-ayar-üzengi vuracağım boyum
yetişmiyor ki bunları yapayım. Saman taşınan sepet vardı onu ters çevirip üzerine çıkarak işimi yapabiliyordum.
Nasıl azgın bir küheylan ki.
Ya Maşallah çok görkemli bir hayvandı. Eyerinden sıkı sıkı tutarak çıkardım dışarıya.
Köy neredeyse boş gibi. Herkes tarlalarda, şurada burada. Hasat zamanı ki kimsenin aylak dolaşma gibi bir boşlukları yok. Yani sözüm ona şans hep benden yana. Tam yeri geldi bir yazayım. Yani tam at koşturma zamanı.
Meydan boş. (Sen görürsün birazdan meydan boş mu dolu mu.)
Köyün, bizim evlere göre mezarlık çıkışı tarafında pungarı-çeşmesi- vardı.
Bu çeşmelerin kurunları yani sulakları olur ya hayvanlar su içerler.
Atı çektim kurunun yanına zor zapt ediyorum. Çıktım kurunun üstüne.
Neyse ki bindim sırtına.
Bir arkadaşım söylemişti. Çok azgın atlara binerken eyerlerini çok ama çok sıkı tutacaksın.
Ona binici olarak hakim olduğunu ispat etmen lazım. Bir boşluk hissettiği an yandın ki ne yandın. Buda hep aklımda.
Gemini nasıl sıkı sıkı gergin tutuyorumki. Korkumdan herhal. Deriden eyerin fazlalıklarını öyle kollarıma dolamışım ki.Ama yaramış ta. Ata hakim olur gibi oldum. Ohh bee yaşasın özgürlük.
Nasıl harika oluyormuş yaa.
Hani nasıl kıyaslasam ki.
Sanki Mercedes araban varda onu kullanmaktan sıkılmışsında uçak kullanıyorsun. Vay bee şimdi bile
yazarken dahi heyecanlandım. Canım küheylanım. Nasıl vakarlı-muhteşem, nasıl edalısın. Epeyce sürdüm.
Gitmediğim yer kalmadı. Çeşmenin önünden mezarlıklara çıkan epeyce hatırlı bir dik bayır yol vardı. Sayısını
unuttum o bayıra yönelip dehh diyorum. sanki mübarek düz yolda gidiyor. MaşaAllah. Öyle bir at dı işte. Sadi Abim gözünden bile sakınıyordu da haksız mıymış. Ama İsmail Hakkı bu, binmesem canım çıkardı herhal. Ama eyeri asla gevşetmiyorum hayvanın ağzı köpükler içinde kalmıştı. Meğerse doğru yapıyormuşum.
Epeyce bindim.Kendime olan öz güvenim mi arttı desem. Kendi köyüm, Köprüköye gittiğimde arkadaşlarıma nasıl da ballandıra ballandıra anlatacağım muhteşem mecaram var benimde sevinçlerini çıldırasıya yaşıyorum mu desem.
Şu anda ne muhteşemlikler yaşamaktaydım...!!!! Uçuyorumm..!!!

Döndük dolandık ve gerçekten bende at da yorulduk. Geldim tekrar başladığım noktaya. Demek at bayağı
hararetlenmiş suyu görür görmez nasıl bir huysuzlandi ki. Eyeri sıkı tutmam da kâr etmiyor. Bende aslında anlamamışım derdini.
Anlayıp su içmesine izin versem her şey selametle vukuatsız sonuçlanacaktı.
Hani, ben, ne olursa olsun eyeri gevşek bırakmamalıyım da kilitlenmişim ya. Derken ben eyeri daha da sıkı sıkı tutmaya gayret ediyor, bir yandan da atın üstünden atlasam mı diye bir türlü karar veremediğim çok kötü bir durumlardaydım.
Onu mu, bunumu yapayım derken at öyle bir celallendi ki. Suya ulaşmasına izin vermiyorum ya..!
Aman Allahım.Ya at bir şahlandı ki elimden eyer düştü düşecek..
Tamda çeşmenin çok yakınına nerde
kullanacaklarsa küme halinde çok sert kayalar olurya hani siyah kayalar. Onlardan dağdan duvar yapımında
kullanılacak ölçülerde kırılarak getirilip oraya dökülmüş. At beni sırtından savurdu ve ben atın baş kısmından fırladığım gibi taş kümesinin üstüne çimento torbası patlaması gibi güm diye düşüverdim. Ama bu nasıl iş ki.
O esnada bile beynim atı kaçırırsam halim nice olur endişlerini yaşıyor ki.
Ya ben eyeri o düşmede bile elimden bırakmadım.
İyi ki bırakmamışım.
Niye mi bırakmadığıma dua ediyorum? İşte itiraf ediyorum, bunu burada galiba ilk defa yazmış oldum. Sanırım bu kadar detaylı ilk defa paylaşmış oldum.
Hele olayın yaşandığı esnada ya ben atı elimden kaçırsaydım da Sadi Abim haberdar olsaydı. da… olsaydı…da
Vay anam vayy. Sonucunu düşünmek bile istemem. Neyse ki tek elle olsa da eyeri bırakmıyorum.
At beni sürükleyerek çeşmeye çekti aldı. Epeyce kana kana su içti. Ben o zaman derdini anlamış oldum ama faturası da epeyce ağır oldu. Sonradan meydana çıktı ki ne ağır olmuş meğerse.
At iyice sakinleşti. Zaten cidden çok yorulmuştu hayvancağız. Apar topar ahıra yöneldim. Yerine bağladım.
Üstündekileri apar topar çıkarıyorum. Tımar edip terini yok etmem lazım. Ben bütün bu işleri bir an evvel yapıp
bütün delilleri yok etmenin telaşesi ile koştururken. Sanki sağ kalçamın dış kenarından ayağıma doğru bir sıcaklık akıyor gibide bir şeyler hissediyorum. Bana göre atı eski doğal haline
getirdiğime kanaatim tam hasıl olduktan sonra dünyanın en masum çocuğu edası ile ahırı terk ediverdim.

Eve doğru yaklaşıyorum. Ana bu da ne..! bir adım attım cizlavit ayakkabım, (cizlavit: siyah lastikten yapılan bir ayakkabı türü)
larç larç etmeye başladı. Ayakkabıyı çıkardım nedir diye bakayım. Eyvah..! Bacağımdan aşağı doğru akan kan
ayakkabımın içini doldurmuş.
Gittim kuytu bir yere. Kemerimi açtımki ne göreyim kalçamın dış yan kenarında hatırı sayılır bir yarık olmuş. Ne kadar korkmuşsam at kaçacak diye ki bu yaralanma acısından zerre miskal etkilenmemişim.
Ee.. şimdi ne olacak.? kimseye de söyleyemem. Bir şeyler buldum biraz kanı sildim.Eve çok yakın akan bir
çay/Irmak ayağı vardı orada yıkandım. Ama kanı durduramıyorum. Eve girdim. Bahçedeki çamaşır ipinden
çaktırmadan bir tülbent aldım. Arı kovanlarının olduğu sundurmalı bir bölüm vardı oraya girerek o tülbenti
kendimce sıkıca bağladım. Tek derdim kanın durması.Aslında şimdilerde bu olay olsa kesin 112 acil ambulans
çağrılırdı. Tandırbaşından sesler geliyordu. Girdim ki dayımın hanımı Şamise ablamlar da ekmek pişirme işini bitirmişler oraları toparlıyorlar. Şamise ablam beni görür görmez;
-Ola oğul sen sabahtan beri nerelerdesin? Karnında mı açıkmadı dedi.
Ama bir taraftan da bana daha bir dikkatle bakmaya başladı.
-Ola hele dur, gız Rehime hele gel bu oğlanın yüzüne bak. Sene ne oldu.!! Meğerse betim benzim solmuş ki ne solmak.
Nasıl solmasın ki. Bir sürü şeyi az bir zamanda yaşadım, yaşıyorum.
Atı izinsiz ahırdan çıkar, saatlerce hayvana bin, üstünden düş, nasıl becerdiysem ahıra tekrar
kimse görmeden tekrar sok.. Kalçana hatırı sayılır derin bir yara aç ve bütün bunları da kimselere söyleme.
Ha birde bu kanı durdurmam gerek. Garibim İsmail başın belada.
-Yok valla Şamise abla bir şeyim. Kem küm, İnanmadılar ama.
-Eee peki gel odaya Rehime ablan yemek koysun da ye.
-Ya abla ben burada otursam da burada yesem. Derken onlar gittiler. bBen neredeyse tandırın içine gireceğim.
Tandırda alev kalmamış ama içi epeyce sım sıcak..Tek derdim o yara tarafını sıcakta iyice bir pişirir gibi ısıtarak kurutmak..
Yarayı tandırın ağız tarafına getirerek tandırın içine düşme korkusu yaşaya yaşaya epey bir müddet öylece kaldım.

Ve çok şükür düşündüğüm gibi oldu da yara uzunca bir süre sonra kuruyarak kanın akmasını durdurmuş oldum.
Ha bir korkum daha vardı bu sırrımı saklamam için. Oda eğer yaralandığımı öğrenseler en kısa zamanda beni
gönderirlerdi gerisin geri.
Ee emanet çocuğuz nede olsa.
Hem de benim gibi bir emanet.
Ah Canım abim, çok üzgünüm diyeceğim ama.; maalesef diyemem. Sadece teşekkürler senin vesilenle o şahane ata binme fırsatı sağladığın için.
Maliyeti kalçam olsa bile.
İtiraflarımı haykırıyor ve ellerinden hürmetle öpüyorum. Canımın icisin sen benim.
Köyünün En Delikanlısına sevgi ve tazimle ithaf olunur.

Yorumlar

Popüler Yayınlar