Ben okunacak bir romanım.
ADIM AZİZ...SOYADIM ERZURUM...
İSTANBULDAKİ YUNANLI MARİA (MERYEM)
Bölüm: 1
24 Aralık 1976 tarihinde, saat 17.55 de hareket eden gerçek Kara Tren, 26 Aralık 1976 saat 05.45 de; Almanların, cennet mekan 2.Abdülhamit Hanın tahta çıkışının 25. yılı (1901) münasebeti bahane edilerek, aslında Doğu Çine kadar uzanacak ipek yolu projesine onay vermesi için jest olsun kabilinden hediye amaçlı yaptıkları o muhteşem İstanbul Haydarpaşa garına vasıl oldu Aziz Erzurum.
Bilgi için:
Almanların bu tarihlerde, yani 1900' lerin başlarında birde Sultanahmet Camisiyle Topkapı Sarayı arasındaki o çok geniş alanda da bir çeşmeleri var. (Osmanlı zamanında o bölge; at meydanı, Hipodrummuş) şu anda bile ismi "Alman Çeşmesi" olarak doğru bilinen adiyla bilinmeye, anılmaya devam edilmektedir.
Çeşme gerçekten çok güzel.
Hani sonraki yıllarda; Jön Türkler ve İttihat Terakki ile başlayan "kızıl sultan Abdülhamid" terbiyesizliği ve iftiralarını utanmadan ballandıra ballandıra bu yalaka Almanlarda çokça kullanmış, kullanmaya da devam edegelmişlerdir.
Her neyse..!!
Hava hem soğuk hem de etraf çok yabancıydı hem 20'li yaşına girmesine, hemde yeni yıla (1977) bir hafta kalan Aziz için.
Henüz bir buçuk yıl olmuştu Sanat Okulundan mezun olalı. İki defa Üniversite imtihanina girmiş ama pek işe yarar puanlar alamamıştı.
Şimdi de güya İstanbula gelip, gündüz bir iş bulup çalışacak, akşamda İstanbulda ilk ve tek olan Unkapanı plakçılar çarsında açılmış Unkapanı dersanesine (o yillarda Turkiyede bir tane de Ankarada açılmış dersane varmış) devam ederek Üniversite İmtihanlarına hazırlanacaktı..
Haydarpaşadan yürüyerek Kadıköye geçtiler bir kaç kişiyle birlikte. Onlarda Aziz gibi genç'tiler ve İstanbula bazısının ikinci, üçüncü gelişleriydi. Onlara "aman beni bırakmayın" der gibi yapışmıştı. Kaybolurum korkusu, endişesi çokcaydı. Sanki sabit bir adresi varmış gibi kaybolsa ne olurdu sanki..!
Köyden Erzurum merkeze ilk gelişinde bile âdeta uzaya cıkmış gibi olmuşsa, garibim, İstanbul da ne olmuştur kimbilir.?
Arkadaşları Azizi, Kadıköy de denize cephe, ikinci sınıf, adı Rıhtım olan bir otele götürdüler.
Burası garibanların oteli olarak ta ünlenmişmiş.
Aziz, burada çok ilginç bir diyalogda yaşadı, resepsiyondaki otel sahibiyle.
Kayıt sırası ona gelmişti.
-Ad, soyad.?
-Aziz ..........
-Memleket?
-Erzurum
-He he...!! ...........nının, ..........nunun Erzurumu mu?
-(Noktalı yerler, Azizlere yakın bir kaç İlin isimleriydi)
-Onlar nasıl Erzurum olur ki ağabeyi dedi.
Hem bunu dedi hem de nüfus cüzdanını uzattı.
Otelci Ağabeyi, İli-İlçeyi okur okumaz.
- Ya delikanlı kusura bakma, Doğudaki İllerden gelenlerin çoğu memleketlerini sorduğumuzda Erzurum diyiyor. Bende bıktım artık, sana böyle çıkışmam da ondan.
(Aziz, bu diyaloğu gerçekten yaşamış.)
-Estağfurullah ağabeyi dedi Aziz.
Ama bu ilginç kısa sohbetin ona çok faydası oldu sonraki günlerde.
Otelci dedi ki;
-Sen saf- temiz birisine benziyorsun, ben, sana bu kırdı kaçtılarla yüz göz olmayacağın bir oda vereyim de sıkıntı yaşama.
Yine de rahatsız eden olursa sakın bunlara bulaşma, bana haber ver.
Derken kaldığı sürece çok rahat etti. Kendini epey güvende hissetti. Hatta günlük ücret 60 lirayken Azize 5 lirada indirim yaptı.
Bu özel korumaya alınma hissi sayesinde hani gerçek Erzurumlu olmanın tadını hayatında ilk defa orada ağzını, dilini şapırtadarak acayıp bir keyifle çıkardı Aziz. (Allahım aff et. İnşallah kibir, gurur olmamıştır.)
Cahillik bu ya..!! Otelciden de gücü almıştı.! bir şımardı, bir şımardı. Otel içindeki yürümesi bile bir çakalı oldu ki. Allahtan bu çakasını ondan başka bilen, anlayan olmadı da. !
Fark edilseydi var ya Allah muhafaza kimbilir kaç parçaya bölünürdü.
Nihayet Fetih 1453 teydi Aziz Erzurumlu.
Aziz nihayet İstanbuldaydı. Ama1977' li yılların birinci çeyreği ve terör olaylarının en şiddetli olduğu döneme denk gelmişti.
Abovv..!!
Sağcılar: Ülkücüler, Alperenler, Akıncılar.
Solcular: Komünistler, Maocular, Leninciler.
Eli silah tutan, silah bulan her genç.!
Ya o taraftan, ya bu taraftan.
Vayy anam vayy.
Yandı keten helvan Aziz efendi.
Hani meşhuuur Kenan Evrenin yine kendi kadar meşhur; " Her gün, sırasıyla; bir tane sağcılardan bir tane de solculardan asıyoruz" ki adeletsizlik olmasın...!!!
dediği vakte 3 yıl kalmış.
Aziz, Kendisini bildi bileli, İstanbulu hiç görmediği halde okuduğu romanların etkisinden olmalı ki; Anadolu yakasında Üsküdar, Avrupa yakasında ise Beşiktaştaki Kabataş iskelesindeki banklarda oturup tembel tembel denizi seyretmek hayali zaman zaman içinde hep tüllenmiş durmuştu.
Galiba okuduğu romanlardan çokca etkilenerek korteksine kazılan isimlerdi bu semtler.
Daha sonraki yıllarında meğerse her iki semtinde hayatında derin izler bırakacak yaşanmışlıkları olacaktı Azizin.
Yani Kaderine yazılmışlar.
Rabbim, Aziz kulunun alın yazısına bu güzel mekanlarda kendi manevi ve maddi hayatında iz bırakacak kısmetleri nasip buyurmuş meğerse.
İstanbula vardığı İlk gün dinlendi, ilk defa görmeye kendini kilitlediği Üsküdar ve Kabataş iskelesine gitme hakkını her nedense Üsküdar, Kadıköyün hemen yanıbaşında olmasına
( o zaman birbirlerine bu kadar yakın olduklarını bilmiyordu)
rağmen içindeki bastıramadığı bir hissin tazyikiyle Kadıköyden Üsküdara giden Taxsi dolmuşları görmesine rağmen onlara binip Üsküdara gitmeyerek sora sora vapurla Kabataşa geçmeyi tercih etti.
Meğerse Azizi âdeta sürükleyerek o mekâna götüren alın yazısıymış.
Yaşanacak kaderiymiş.
Vapura ilk binişi mi...??
Yaptığı gayri iradî bir tepkiyle ne kadar mahcup olmuş, ne kadar utanmıştı.
İnsanları takip ederek onların yaptıklarını taklitle jeton için kuyruğa girmiş, bir tam diyenlerden kopyalayarak bir tam demişti. Jetonu almak birinci aşama,; jetonun turnikedeki yuvasının hangi tarafına bırakılacağı bir başka bilinmezler...derken görevli anlamış herhal, yardim etti de attı jetonu geçti hayatının ilklerini yaşamaya.
İnsanlar, sürgülü genişçe bir kapı dibine kümelenmeye başladılar.
O da gitti orta yerde bir ayaküstü beklemeye başladı. Vücudu tamamen korumasız bir pozisyondaydı.
Birden yumuşak bir çarpma sesi ile birlikte içinde bulunduğu bina ileri geri bir sallandı kiiii..!! sağa sola bir savruldu ki..!! vayy anam dedi haklı olarak.
Yere yuvarlanmasına ramak kaldı.
Ya ne oldu ? bu neydi ? Deprem olduysa bu insanlar aff buyur da salak mı niye dışarı kaçmıyorlar..???
Derken Azizin sudan çıkmış balık haline acıyan bir hayır sahibi geldi koluna girdi ve sıkıca tutarak kısık bir sesle;
-Panikleme dedi. Biz, senin sandığın gibi kara parçası üzerine yapılmış bir binada değiliz. Şu an içinde bulunduğumuz binada vapur. Suyun üstündeyiz yani.
-Bizim bineceğimiz vapur, sabit duran bu vapura yanaştı. Sallanması bundan.
-Abi deprem....!!!
-Yok o da olmadı. Hadi kapılar açılıyor binelim.
(sonradan tanıştı ki, o abi bizim Oltudanmış. Azizin acemiliğini hemen anlamışta..
sağolsun yani.)
Aziz kendi içine dediki içten içe!!
Daha çook sudan çıkan balık gibi hissedeceksin kendini.
Nihayet, birinci hayali gerçek oldu, olacak. Kabataş Vapur iskelesine ayak bastı çok şükür.
Kendi çapında, Erzurumlu 1453 Fatihlerinden biriside benim diye de tebessüm ederek düşündü..
Niye olmasın ki? Fatih Sultan cennet mekân, benim de dedem değil mi?
Rüyada darı görmeyi kim yasak etmiş ki..?
Hayallerindeki ortam sanki O'nun için hazırlanmış. Simitini aldı, ön cephesi tamamen açık güzel bir bank buldu, oturdu. Sanki bu bank, O gelecekmiş diye temizlenmiş, boyanmış, silinip, süpürülmüş.
Olsun hayal benim değil mi ?
Kendime ziyafet çektiriyorum dedi Aziz.
Oturdu ki ne oturuş böyle, öğlen ortası gibi, Allahıma kurban olayım, tatlı bir kış güneşi sıcaklığı.
Ohh. Yaşasın Aziz ve gerçekleşen hayelleri.
Denizin karşı istikametinde kara parçaları var ama, O, hangi semtlerin hangi tarafları olduğunu bilemiyor. Soramaz da. Vapuru ev sandı ya, bu günlük aptallık hakkımı o durum için kullandım dedi.
Otur ve nere nerenin bilmeden sadece seyret. Ohh.. Vallahi böylesi bile enfes.
Dünya ne kadar büyükmüş arkadaş.
Hani ben, köyden geldiğimde, Erzurumda, Mahalle başındaki akrabalarımızın evinin yolunu şaşırırsam ne olur halim diyiyordum ya...!!!
Ya buralar..??? Dur..dur..sırası mı şimdi ehvamlanmanın.
Vallahi miss..!! Sanki ciğerlerini tazaledi Rabbisi.
Hemen şimdi bana mutluluğu tarif et deseleri düşündü de;
Aziz Erzurumlunun mutluluk tarifi işte bu derdim diye de cevabını verdi.
Ben buyum, buradayım işte..!!
Hayal değil, çimdikle, istersen ellerini kıtla (ısır) , gerçeklerin ta orta yerindesin.
20 li yaşlardaki Erzurumlu gariban Aziz, kendini sanki 1977 yılında Uzaya ilk ayak basan Türk olarak hissediyordu herhâl...!!!
Sağ tarafından çok paniklemiş bir ses.
-Abi...abi...
1.Bölüm sonu
ADIM AZİZ...SOYADIM ERZURUM...
İSTANBULDAKİ YUNANLI MARİA (MERYEM)
Bölüm: 1
24 Aralık 1976 tarihinde, saat 17.55 de hareket eden gerçek Kara Tren, 26 Aralık 1976 saat 05.45 de; Almanların, cennet mekan 2.Abdülhamit Hanın tahta çıkışının 25. yılı (1901) münasebeti bahane edilerek, aslında Doğu Çine kadar uzanacak ipek yolu projesine onay vermesi için jest olsun kabilinden hediye amaçlı yaptıkları o muhteşem İstanbul Haydarpaşa garına vasıl oldu Aziz Erzurum.
Bilgi için:
Almanların bu tarihlerde, yani 1900' lerin başlarında birde Sultanahmet Camisiyle Topkapı Sarayı arasındaki o çok geniş alanda da bir çeşmeleri var. (Osmanlı zamanında o bölge; at meydanı, Hipodrummuş) şu anda bile ismi "Alman Çeşmesi" olarak doğru bilinen adiyla bilinmeye, anılmaya devam edilmektedir.
Çeşme gerçekten çok güzel.
Hani sonraki yıllarda; Jön Türkler ve İttihat Terakki ile başlayan "kızıl sultan Abdülhamid" terbiyesizliği ve iftiralarını utanmadan ballandıra ballandıra bu yalaka Almanlarda çokça kullanmış, kullanmaya da devam edegelmişlerdir.
Her neyse..!!
Hava hem soğuk hem de etraf çok yabancıydı hem 20'li yaşına girmesine, hemde yeni yıla (1977) bir hafta kalan Aziz için.
Henüz bir buçuk yıl olmuştu Sanat Okulundan mezun olalı. İki defa Üniversite imtihanina girmiş ama pek işe yarar puanlar alamamıştı.
Şimdi de güya İstanbula gelip, gündüz bir iş bulup çalışacak, akşamda İstanbulda ilk ve tek olan Unkapanı plakçılar çarsında açılmış Unkapanı dersanesine (o yillarda Turkiyede bir tane de Ankarada açılmış dersane varmış) devam ederek Üniversite İmtihanlarına hazırlanacaktı..
Haydarpaşadan yürüyerek Kadıköye geçtiler bir kaç kişiyle birlikte. Onlarda Aziz gibi genç'tiler ve İstanbula bazısının ikinci, üçüncü gelişleriydi. Onlara "aman beni bırakmayın" der gibi yapışmıştı. Kaybolurum korkusu, endişesi çokcaydı. Sanki sabit bir adresi varmış gibi kaybolsa ne olurdu sanki..!
Köyden Erzurum merkeze ilk gelişinde bile âdeta uzaya cıkmış gibi olmuşsa, garibim, İstanbul da ne olmuştur kimbilir.?
Arkadaşları Azizi, Kadıköy de denize cephe, ikinci sınıf, adı Rıhtım olan bir otele götürdüler.
Burası garibanların oteli olarak ta ünlenmişmiş.
Aziz, burada çok ilginç bir diyalogda yaşadı, resepsiyondaki otel sahibiyle.
Kayıt sırası ona gelmişti.
-Ad, soyad.?
-Aziz ..........
-Memleket?
-Erzurum
-He he...!! ...........nının, ..........nunun Erzurumu mu?
-(Noktalı yerler, Azizlere yakın bir kaç İlin isimleriydi)
-Onlar nasıl Erzurum olur ki ağabeyi dedi.
Hem bunu dedi hem de nüfus cüzdanını uzattı.
Otelci Ağabeyi, İli-İlçeyi okur okumaz.
- Ya delikanlı kusura bakma, Doğudaki İllerden gelenlerin çoğu memleketlerini sorduğumuzda Erzurum diyiyor. Bende bıktım artık, sana böyle çıkışmam da ondan.
(Aziz, bu diyaloğu gerçekten yaşamış.)
-Estağfurullah ağabeyi dedi Aziz.
Ama bu ilginç kısa sohbetin ona çok faydası oldu sonraki günlerde.
Otelci dedi ki;
-Sen saf- temiz birisine benziyorsun, ben, sana bu kırdı kaçtılarla yüz göz olmayacağın bir oda vereyim de sıkıntı yaşama.
Yine de rahatsız eden olursa sakın bunlara bulaşma, bana haber ver.
Derken kaldığı sürece çok rahat etti. Kendini epey güvende hissetti. Hatta günlük ücret 60 lirayken Azize 5 lirada indirim yaptı.
Bu özel korumaya alınma hissi sayesinde hani gerçek Erzurumlu olmanın tadını hayatında ilk defa orada ağzını, dilini şapırtadarak acayıp bir keyifle çıkardı Aziz. (Allahım aff et. İnşallah kibir, gurur olmamıştır.)
Cahillik bu ya..!! Otelciden de gücü almıştı.! bir şımardı, bir şımardı. Otel içindeki yürümesi bile bir çakalı oldu ki. Allahtan bu çakasını ondan başka bilen, anlayan olmadı da. !
Fark edilseydi var ya Allah muhafaza kimbilir kaç parçaya bölünürdü.
Nihayet Fetih 1453 teydi Aziz Erzurumlu.
Aziz nihayet İstanbuldaydı. Ama1977' li yılların birinci çeyreği ve terör olaylarının en şiddetli olduğu döneme denk gelmişti.
Abovv..!!
Sağcılar: Ülkücüler, Alperenler, Akıncılar.
Solcular: Komünistler, Maocular, Leninciler.
Eli silah tutan, silah bulan her genç.!
Ya o taraftan, ya bu taraftan.
Vayy anam vayy.
Yandı keten helvan Aziz efendi.
Hani meşhuuur Kenan Evrenin yine kendi kadar meşhur; " Her gün, sırasıyla; bir tane sağcılardan bir tane de solculardan asıyoruz" ki adeletsizlik olmasın...!!!
dediği vakte 3 yıl kalmış.
Aziz, Kendisini bildi bileli, İstanbulu hiç görmediği halde okuduğu romanların etkisinden olmalı ki; Anadolu yakasında Üsküdar, Avrupa yakasında ise Beşiktaştaki Kabataş iskelesindeki banklarda oturup tembel tembel denizi seyretmek hayali zaman zaman içinde hep tüllenmiş durmuştu.
Galiba okuduğu romanlardan çokca etkilenerek korteksine kazılan isimlerdi bu semtler.
Daha sonraki yıllarında meğerse her iki semtinde hayatında derin izler bırakacak yaşanmışlıkları olacaktı Azizin.
Yani Kaderine yazılmışlar.
Rabbim, Aziz kulunun alın yazısına bu güzel mekanlarda kendi manevi ve maddi hayatında iz bırakacak kısmetleri nasip buyurmuş meğerse.
İstanbula vardığı İlk gün dinlendi, ilk defa görmeye kendini kilitlediği Üsküdar ve Kabataş iskelesine gitme hakkını her nedense Üsküdar, Kadıköyün hemen yanıbaşında olmasına
( o zaman birbirlerine bu kadar yakın olduklarını bilmiyordu)
rağmen içindeki bastıramadığı bir hissin tazyikiyle Kadıköyden Üsküdara giden Taxsi dolmuşları görmesine rağmen onlara binip Üsküdara gitmeyerek sora sora vapurla Kabataşa geçmeyi tercih etti.
Meğerse Azizi âdeta sürükleyerek o mekâna götüren alın yazısıymış.
Yaşanacak kaderiymiş.
Vapura ilk binişi mi...??
Yaptığı gayri iradî bir tepkiyle ne kadar mahcup olmuş, ne kadar utanmıştı.
İnsanları takip ederek onların yaptıklarını taklitle jeton için kuyruğa girmiş, bir tam diyenlerden kopyalayarak bir tam demişti. Jetonu almak birinci aşama,; jetonun turnikedeki yuvasının hangi tarafına bırakılacağı bir başka bilinmezler...derken görevli anlamış herhal, yardim etti de attı jetonu geçti hayatının ilklerini yaşamaya.
İnsanlar, sürgülü genişçe bir kapı dibine kümelenmeye başladılar.
O da gitti orta yerde bir ayaküstü beklemeye başladı. Vücudu tamamen korumasız bir pozisyondaydı.
Birden yumuşak bir çarpma sesi ile birlikte içinde bulunduğu bina ileri geri bir sallandı kiiii..!! sağa sola bir savruldu ki..!! vayy anam dedi haklı olarak.
Yere yuvarlanmasına ramak kaldı.
Ya ne oldu ? bu neydi ? Deprem olduysa bu insanlar aff buyur da salak mı niye dışarı kaçmıyorlar..???
Derken Azizin sudan çıkmış balık haline acıyan bir hayır sahibi geldi koluna girdi ve sıkıca tutarak kısık bir sesle;
-Panikleme dedi. Biz, senin sandığın gibi kara parçası üzerine yapılmış bir binada değiliz. Şu an içinde bulunduğumuz binada vapur. Suyun üstündeyiz yani.
-Bizim bineceğimiz vapur, sabit duran bu vapura yanaştı. Sallanması bundan.
-Abi deprem....!!!
-Yok o da olmadı. Hadi kapılar açılıyor binelim.
(sonradan tanıştı ki, o abi bizim Oltudanmış. Azizin acemiliğini hemen anlamışta..
sağolsun yani.)
Aziz kendi içine dediki içten içe!!
Daha çook sudan çıkan balık gibi hissedeceksin kendini.
Nihayet, birinci hayali gerçek oldu, olacak. Kabataş Vapur iskelesine ayak bastı çok şükür.
Kendi çapında, Erzurumlu 1453 Fatihlerinden biriside benim diye de tebessüm ederek düşündü..
Niye olmasın ki? Fatih Sultan cennet mekân, benim de dedem değil mi?
Rüyada darı görmeyi kim yasak etmiş ki..?
Hayallerindeki ortam sanki O'nun için hazırlanmış. Simitini aldı, ön cephesi tamamen açık güzel bir bank buldu, oturdu. Sanki bu bank, O gelecekmiş diye temizlenmiş, boyanmış, silinip, süpürülmüş.
Olsun hayal benim değil mi ?
Kendime ziyafet çektiriyorum dedi Aziz.
Oturdu ki ne oturuş böyle, öğlen ortası gibi, Allahıma kurban olayım, tatlı bir kış güneşi sıcaklığı.
Ohh. Yaşasın Aziz ve gerçekleşen hayelleri.
Denizin karşı istikametinde kara parçaları var ama, O, hangi semtlerin hangi tarafları olduğunu bilemiyor. Soramaz da. Vapuru ev sandı ya, bu günlük aptallık hakkımı o durum için kullandım dedi.
Otur ve nere nerenin bilmeden sadece seyret. Ohh.. Vallahi böylesi bile enfes.
Dünya ne kadar büyükmüş arkadaş.
Hani ben, köyden geldiğimde, Erzurumda, Mahalle başındaki akrabalarımızın evinin yolunu şaşırırsam ne olur halim diyiyordum ya...!!!
Ya buralar..??? Dur..dur..sırası mı şimdi ehvamlanmanın.
Vallahi miss..!! Sanki ciğerlerini tazaledi Rabbisi.
Hemen şimdi bana mutluluğu tarif et deseleri düşündü de;
Aziz Erzurumlunun mutluluk tarifi işte bu derdim diye de cevabını verdi.
Ben buyum, buradayım işte..!!
Hayal değil, çimdikle, istersen ellerini kıtla (ısır) , gerçeklerin ta orta yerindesin.
20 li yaşlardaki Erzurumlu gariban Aziz, kendini sanki 1977 yılında Uzaya ilk ayak basan Türk olarak hissediyordu herhâl...!!!
Sağ tarafından çok paniklemiş bir ses.
-Abi...abi...
1.Bölüm sonu
Yorumlar
Yorum Gönder