MİSAFİRE İKRAM EDİLEN YEMEKTEN ÇOCUKLARINA VERMEYEN BABA.
Genç adamın, 3 ve 5 yaşlarında nur danesi iki evladı varmış.
Ta çocukluk yaşından itibaren yanında çalıştığı yaşlı ustasına yıllar sonra çarşıda denk gelip koşup gidip elini öpmüş, hatırını sorduktan sonra;
-Usta, hani bize söz vermiştin, bir gün gelip senin evini barkını göreceğim, o mutlu yuvandaki hayatına şahit olup bende mutlu olacağım demiştin.
-Ya.. Ya öyle demiştim evladım Abdullah.
-İyi ya haydi buyur gidelim o zaman, evimizde çok yakın buraya.
-Abdullah bu gün bir ahbabımla kavilleştim. Yarın söz inşallah, yine buraya geleyim, gel sen beni buradan al gidelim.
Abdullah çok sevinir ustasının evine geleceğim demesine. Evine döndüğünde hanıma olanı anlatır. Hanımı da ıkılır, sıkılır, kıvranır durur.
-Keşke şu mobilya taksitlerimiz bittikten sonra dedi de kocası anladı derdini hanımının.
-Sen çorbayla birde pilav yap ben yine kasaptan borca yarım kilo kıyma alırım diyerek konuyu kapatmış.
Ertesi gün çırak ustasını buluşma yerinden alır evine giderler. Ustası Himmetullah efendi,
çocuklar için şekerler, çikolatalar alarak çıkınını hazırlamıştır.
Hoş beşten sonra, ustası namazımı kılayım diyerek bir kenara çekilivermiş.
Gelinde gelen yarım kilo kıymayı pişirmeye başlamış ki kıyma piştikçe kokusu evin her tarafını sarmış. Kokuyu alan bebeler çığlık atmaya başlamışlar bu kadar güzel kokan bir yemek yiyecekleri için.
İşi uzatmayalım. O yemekten malesef o yavrulara bir kaşık bile vermeden anne olduğu gibi misafirin tepsiyle odaya göndermiş. Pilavdan bile verememiş ana bebeklerine. O da anca bir tabak kadarmış.
Çocuklara sadece çorba.
Himmetullah ustada, sahiden Allahın himmetlerinden nasipli bir kulmuş maşallah.
Yemeği başlamışlar yemeğe.
-Evladım Abdullah, bu ikramlarının aynısını çocuklarınada anaları yedirdi mi?
-Ustam, hele buyur...buyur..diyerek evet, evet der gibide başını tastik edercesine sallamış.
Ustası çorbadan sonra kıymadan ilk lokmasını alıp ağzına götürecek kadar yaklaştırmış (aff buyurun) çok kötü ağırlaşmış et kokusu burnuna gelmiş. Kaşıklı sağ eli havada; ne yapcağını şaşırıvermiş. Geri koymayada utanmış. Zorla ağzına almasıyla yutması bir olmuş. Bari pilavdan alayım diye ondanda bir kaşık almış onda da çok yoğun, kötü bir yosun kokusu.
Usta bunda bir hikmet var derken, boşalan çorbanın kasesini almış eline koklamış, halen daha mis gibi kokuyor. Ferasetli zat.
Bir panikle başlamış çırağına haykırmaya.
Beni hemen bebelerinin yanına götü; hemen.
Ve nihayet Himmetullah ustanın düşündüğü gibi çıkmış her şey.
Girmiş odaya ki...Çocuklar sızlana sızlana analarına;
-Bizde istiyorduk o yemeklerden, niye bize vermeyip sadece babamla o dedeye verdin.?
Bunu duyan Himmetullah ustanın sanki yüreği parça parça parçalanıp buhar olarak vücudunu terk ediyor gibi hissettirmiş.
Artık kendini kontrol edemez olmuş, nasıl ağlamaya başlamış, ama nasıl....!
Çıldırmış, dellenmiş sanki.
Çocukları ellerinden tutup hızlıca yemeğin olduğu odaya götürüp oturttmuş.
Kendi eliyle ilk önce çocukların ocağın üstünde pişerken "çok güzel kokuyor anne" dedikleri kıymadan yedirmeye başlamış.
Durmadan da ağlamakta bu mubarek zat.
Bir, iki, üç kaşık derken aklına koklamak gelmiş kıymayı.
Aman Rabbim...! Mis gibi kokuyor miss.
Hani o kötü koku. Pilavıda eğildi kokladı evet oda mis gibi.
Ustayı bu kez kızgınlık kaplayıverdi. Gitti diğer odaya ki, ana da baba da süklüm büklüm büzüm büzüm büzülmüşler.
-Kızım haydi sen git çocuklara yedir...Ama sende ye. Yemezssen yemeklerin çok kötü kokacak bilesin.
Kadıncağız odadan çıkar çıkmaz, Himmetullah usta sanki Abdullah halen daha çırağıymış da bir kusur işlemiş gibi başlamış tokatlamaya.
-Ulen...Sen adammısın..Ulen sen..Ulen sen.. babamısın...Ulen senin kalbin nerede, yüreğin nerede....?
Yorulmuşta çökmüş olduğu yere.
Abdullah kapanmış kucağına, başlamış hüngür hüngür ağlamaya.
Ustası ağlıyor..Çırağı ağlıyor.....!
Hani ustam sen bana bir gün bir hikaye anlatmıştın ya. Yine kendi devam ederek, hani Sahabi efendilerimizden Ebu Talha (ra) çok aç birisini evine götürüp sadece bir tas çorbayı hem kendileri hemde çocukları yemeden sadece o misafire yedirmişler ya karanlıkta.
Ustası anladı nedemek istediğini çırağının.
-Ah benim yarım akıllı oğlum ah.
-O Sahabi efendimiz, hanımına tembihlemiş ki bu gece çocukları erkenden uyut, eve misafir getireceğim.
-A akılsız oğlum, senin gibi yemeği çocukların önlerinde pişiripte mahrum bırakmamışlar.
-Zalim olmamışlar, zulmetmemişler.
-Git çabuk evlatlarınla ilgilen, gönüllerini al, özür dile ve banada söz ver bir daha hangi şartlarda yaşarsan yaşa önce çocuklar, yaşlılar ve düşkünler.
-Yaptığın cinnetlik, cinayetlik kadar, bilesin.
Abdullah bu sefer ustasına öyle sıkı, öyle sıkı sarıldı ki, yaşlı zat tebessüm ederek onu ikaz etmek durumunda kaldı.
Ve Abdullah, hayatının en hazin, en utanç veren ve kalpleri kilitleyen hatasını idrak ederek unutulmaz dersini almış oldu.
"KALPLERİMİZİN SAHİBİ OLAN RABBİMİZ, BİZİ MERHAMET SIFATINLA SERFİRAZ ET. AMİN.
Genç adamın, 3 ve 5 yaşlarında nur danesi iki evladı varmış.
Ta çocukluk yaşından itibaren yanında çalıştığı yaşlı ustasına yıllar sonra çarşıda denk gelip koşup gidip elini öpmüş, hatırını sorduktan sonra;
-Usta, hani bize söz vermiştin, bir gün gelip senin evini barkını göreceğim, o mutlu yuvandaki hayatına şahit olup bende mutlu olacağım demiştin.
-Ya.. Ya öyle demiştim evladım Abdullah.
-İyi ya haydi buyur gidelim o zaman, evimizde çok yakın buraya.
-Abdullah bu gün bir ahbabımla kavilleştim. Yarın söz inşallah, yine buraya geleyim, gel sen beni buradan al gidelim.
Abdullah çok sevinir ustasının evine geleceğim demesine. Evine döndüğünde hanıma olanı anlatır. Hanımı da ıkılır, sıkılır, kıvranır durur.
-Keşke şu mobilya taksitlerimiz bittikten sonra dedi de kocası anladı derdini hanımının.
-Sen çorbayla birde pilav yap ben yine kasaptan borca yarım kilo kıyma alırım diyerek konuyu kapatmış.
Ertesi gün çırak ustasını buluşma yerinden alır evine giderler. Ustası Himmetullah efendi,
çocuklar için şekerler, çikolatalar alarak çıkınını hazırlamıştır.
Hoş beşten sonra, ustası namazımı kılayım diyerek bir kenara çekilivermiş.
Gelinde gelen yarım kilo kıymayı pişirmeye başlamış ki kıyma piştikçe kokusu evin her tarafını sarmış. Kokuyu alan bebeler çığlık atmaya başlamışlar bu kadar güzel kokan bir yemek yiyecekleri için.
İşi uzatmayalım. O yemekten malesef o yavrulara bir kaşık bile vermeden anne olduğu gibi misafirin tepsiyle odaya göndermiş. Pilavdan bile verememiş ana bebeklerine. O da anca bir tabak kadarmış.
Çocuklara sadece çorba.
Himmetullah ustada, sahiden Allahın himmetlerinden nasipli bir kulmuş maşallah.
Yemeği başlamışlar yemeğe.
-Evladım Abdullah, bu ikramlarının aynısını çocuklarınada anaları yedirdi mi?
-Ustam, hele buyur...buyur..diyerek evet, evet der gibide başını tastik edercesine sallamış.
Ustası çorbadan sonra kıymadan ilk lokmasını alıp ağzına götürecek kadar yaklaştırmış (aff buyurun) çok kötü ağırlaşmış et kokusu burnuna gelmiş. Kaşıklı sağ eli havada; ne yapcağını şaşırıvermiş. Geri koymayada utanmış. Zorla ağzına almasıyla yutması bir olmuş. Bari pilavdan alayım diye ondanda bir kaşık almış onda da çok yoğun, kötü bir yosun kokusu.
Usta bunda bir hikmet var derken, boşalan çorbanın kasesini almış eline koklamış, halen daha mis gibi kokuyor. Ferasetli zat.
Bir panikle başlamış çırağına haykırmaya.
Beni hemen bebelerinin yanına götü; hemen.
Ve nihayet Himmetullah ustanın düşündüğü gibi çıkmış her şey.
Girmiş odaya ki...Çocuklar sızlana sızlana analarına;
-Bizde istiyorduk o yemeklerden, niye bize vermeyip sadece babamla o dedeye verdin.?
Bunu duyan Himmetullah ustanın sanki yüreği parça parça parçalanıp buhar olarak vücudunu terk ediyor gibi hissettirmiş.
Artık kendini kontrol edemez olmuş, nasıl ağlamaya başlamış, ama nasıl....!
Çıldırmış, dellenmiş sanki.
Çocukları ellerinden tutup hızlıca yemeğin olduğu odaya götürüp oturttmuş.
Kendi eliyle ilk önce çocukların ocağın üstünde pişerken "çok güzel kokuyor anne" dedikleri kıymadan yedirmeye başlamış.
Durmadan da ağlamakta bu mubarek zat.
Bir, iki, üç kaşık derken aklına koklamak gelmiş kıymayı.
Aman Rabbim...! Mis gibi kokuyor miss.
Hani o kötü koku. Pilavıda eğildi kokladı evet oda mis gibi.
Ustayı bu kez kızgınlık kaplayıverdi. Gitti diğer odaya ki, ana da baba da süklüm büklüm büzüm büzüm büzülmüşler.
-Kızım haydi sen git çocuklara yedir...Ama sende ye. Yemezssen yemeklerin çok kötü kokacak bilesin.
Kadıncağız odadan çıkar çıkmaz, Himmetullah usta sanki Abdullah halen daha çırağıymış da bir kusur işlemiş gibi başlamış tokatlamaya.
-Ulen...Sen adammısın..Ulen sen..Ulen sen.. babamısın...Ulen senin kalbin nerede, yüreğin nerede....?
Yorulmuşta çökmüş olduğu yere.
Abdullah kapanmış kucağına, başlamış hüngür hüngür ağlamaya.
Ustası ağlıyor..Çırağı ağlıyor.....!
Hani ustam sen bana bir gün bir hikaye anlatmıştın ya. Yine kendi devam ederek, hani Sahabi efendilerimizden Ebu Talha (ra) çok aç birisini evine götürüp sadece bir tas çorbayı hem kendileri hemde çocukları yemeden sadece o misafire yedirmişler ya karanlıkta.
Ustası anladı nedemek istediğini çırağının.
-Ah benim yarım akıllı oğlum ah.
-O Sahabi efendimiz, hanımına tembihlemiş ki bu gece çocukları erkenden uyut, eve misafir getireceğim.
-A akılsız oğlum, senin gibi yemeği çocukların önlerinde pişiripte mahrum bırakmamışlar.
-Zalim olmamışlar, zulmetmemişler.
-Git çabuk evlatlarınla ilgilen, gönüllerini al, özür dile ve banada söz ver bir daha hangi şartlarda yaşarsan yaşa önce çocuklar, yaşlılar ve düşkünler.
-Yaptığın cinnetlik, cinayetlik kadar, bilesin.
Abdullah bu sefer ustasına öyle sıkı, öyle sıkı sarıldı ki, yaşlı zat tebessüm ederek onu ikaz etmek durumunda kaldı.
Ve Abdullah, hayatının en hazin, en utanç veren ve kalpleri kilitleyen hatasını idrak ederek unutulmaz dersini almış oldu.
"KALPLERİMİZİN SAHİBİ OLAN RABBİMİZ, BİZİ MERHAMET SIFATINLA SERFİRAZ ET. AMİN.
Yorumlar
Yorum Gönder