GARİBANIN MUTLULUĞUDA KENDİ GİBİ BOYNU BÜKÜK OLUYOR MÜDÜR BEY.
**Mevcut Hayatınızla Kıyaslayıp Şükrünüzü Ziyadeleştirin Diye Paylaşıyorum.**
Erzurumda, 1980 Yılı Ocak ayının başlarında düğünü oldu İsmail Hakkı nın.
Düğünü olalı birbuçuk ay ancak olmuştu.
Saçı başı bir karışıktı ki.! Gören, bu ne hal be aslanım demekten kendini alamıyordu.
Çünkü o kadar perişan ve pejmurde görünümlüydü ki. Sanki canlı cenaze gibiydi.
Aynı soruyu makam aracına aldığı Müdürü de sordu İsmail Hakkı ya.
Çalıştığı Fabrika şehir merkezine epey uzaktı. İsmail Hakkı, mesai arasında amirinden izin almıştı şehre gitmek için.
Ana yola çıkarak belediye otobüsünü bekliyordu ki fabrika Müdürü de makam aracıyla bahçeden çıkıp ana yola girerken durakta Ismail Hakkı yı görüp aracını durdurtarak onu da almıştı aracına.
Teşekkür etti utana sıkıla Müdür beye.
Müdürü Aydoğan beyde delikanlının ahvaline bakarak;
‐Ya evlâdım, sen daha yeni evlisin, nedir bu perişan halin?
Çiçeği burnunda damat sustu bir müddet.
Acaba dertleşsemiydi bu güzel ahlaklı babacan amiriyle. Zaten boğulacak gibiydi.
Ne gibisi. Çoktan boğulmuştu bile.
Efendim dedi yutkundu...tekrar yutkundu.
-Rahat ol, Yahya efendi (makam şoförü) de bende sırrını emanetimiz biliriz.
-Teşekkür ederim efendim.
-Nedir derdin be İsmail, evlâdım. Bu hüzünlü halin çok dokunuyor insana.
-Efendim, neresinden başlasam ki...!
Garibanın mutluluğu da böyle boyunu bükük oluyor işte.
-Niye izin aldım da erkende şehre gidiyorum Müdür bey? soruyu yine kendi cevapladı.
-Üç aydır bakkalın borcunu ödeyemedik düğün ihtiyaçlarına varımızı yoğumuzu harcamaktan.
Haklı adamcağız (yani bakkal), zor bekledi düğünün bitmesini. Dün akşam haber salmış çocukla.
-Ya ne olur kusura bakmasınlar da bende çok sıkıntılardayım diye.
-Bende yeni gelinden (saygısından hanımım diyemedi) bilezik falan isteyemedim, utandım.
-Sabah servisle işe gelirken aklıma geldi nişan yüzüğüm, gidiyorum onu bozdurmaya. Borcumuzun yarısına yetsin diye dua ediyorum.
Müdür bey yutkundu, elini gayri ihtiyari cebine doğru kaydırır gibi oldu birden ama durdu. Iyiki durdu diye çok sevindi yeni damat. Onurunu kırmış olurdu. Ben sanki onun için mi (maddi yardım) anlatıyorum diye düşünüverdi.
-Efendim, vallahi size konuştum ya..! Nasıl rahatladım. Allah razı olsun.
-İyiki beni konuşmaya cesaretlendirdiniz.
-Oldu olacak bir tane daha anlatayım mı izniniz olursa?
Müdür bey, sadece göz kapaklarıyla onay verebildi, canımı çok yaktın der gibi.
- Oturduğumuz evde altı yetişkin, ikide çocuk var. Abimde, bende evliyiz. Birde Anam ve kız kardeşim. Tek katlı ve çatısız evimizin üç odası var. Af buyurun tuvalet banyo müşterek. Mesela bu günlerde sularımız dondu donacak diye canımız burnumuzda.
Sular dondu mu; bulabilirsek pürmüz ile; (gazyağı veya benzinle çalışarak ağzından sıkıştırılmış alev püskürten bir aparat) pürmüz bulamazsak Anam; sobalardan aldığı harlı külleri su borularının geçtiği hatlara sererek donu çözmeye çalışır.
-Evimiz o kadar soğuk oluyor ki..! O müşterek olan banyo/tuvaletin yüzeyi, suların etrafa sıçramasından dolayı tamamen buzlanmış oluyor. Banyoya giren duvarlardan tutunmadan ayakta duramayacak kadar yani. Abartmıyorum..! banyonun beton zeminin buzları; evdeki yakacak stokumuza göre haftada bir yada iki haftada bir odun sobalı banyo kazanın yakılıp suyunun ısıtılması ile tabanındaki zemin eriyerek orijinal haline dönüşebiliyor.
-Vallahi şaka değil.
- 3 odamızın ikisi; bizim odaya göre iyi durumda. Alt zeminleri dolu, dolgulu.
Ama, üçüncü, yani bizim odanın altında bodurum var, kömürlük olarak kullanıyoruz.
Bu odanın tabanını zamanında tam kurumamış kereste ile kapattıkları için, kereste kurudukça tahtaların araları iki, hatta üç santim kadar açılmış.
Bizde mağazaların önünde bulduğumuz kalın koli ve kartonlarla kapattık. Birde anam buldukça eski kilim gibi sergileri getirip odanın halısının altına serip duruyor. Yinede bazen ayaklarımın altından rüzgar esintisini hissediyorum.
Düğünümüz olduğunda yengem bize ikram olsun diye kendi odalarını verdi. Onlarda o bodrumlu odaya geçtiler. Daha üç gün bile olmamıştı ki; üç ve beş yaşlarındaki iki oğlan yeğenlerimin elleri soğuktan şişmeye başladı. Bizde mecburen odalarını tekrar onlara verdik.
Bizim bu odada inanın efendim, soba çatır çatır yanarken bile vücudumuzun sobaya taraf olan kısmı ısınıyor ama diğer kısımları donuyor. Zaten saatler önceden, döşeğin altına serili elektrikli battanyeyi prize takıp ısıtmadan yatağa girebilmek ne mümkün.
Vallahi abartmıyorum. Daha dün akşam; sıcak/soğuk etkileşiminden dolayı odanın tavanından ince tabakalar halinde karlar patır patır koltukların üstüne düşüverdi.
Hatta, Hafta da bir iki defa uzun bir sopayla zemine battaniye sererek o kar tabakalarını süpürüyoruz da başımızın veya yatağın üstüne sürpriz dökülmeleri önlemiş oluyoruz.
-Dedim ya Müdür bey.....!
Garibanın mutluluğu da böyle boynu bükük bir garip oluyor işte.
İnanın ki bizim evde sakal tıraş olmak bile....!!!
Genç kardeşlerime...!
Kıssadan hisse.
Özellikle mevcut yaşantılarından varsa şekva edenler; lütfen sindire sindire okuyunuz. Lütfen...!
Bu bir masal, bir hikâye gibi yazıldı ama...!
Sizleri temin ederim ki; gerçek bir hayatın yaşanmışlığıdır.
Amacım; varsa eğer mevcut hâlinden şikâyet edenlerin yüreklerini azda olsa sakinleştirip hallerine sabır ve tevekkül ile şükretmelerine katkı sağlamaktır. Asla acitasyon (duygu sömürüsü) yapmak değil.
Ola ki 40 yıl öncesinin hayat şartları bunlar diye düşünen olursa; itimat edin ki günümüzde dahi böyle yaşantılar var.
Belki de daha zor olanı bile.
İsmail Hakkı nın şimdiki hal ve ahvaline gelince....!!
Zor günlerden, kolay günlere geçiş yaptı ya...!
Ellerini açtığında avuçlarına sıcacık sular dökülüveriyor ya..!
Yirmi dört saat sırtı sıcak oluyor ya...!
Ve İsmail Hakkı, ibadet ve taate halen daha üşeniyor ya..!
Vayy benim topraklar başıma.
Vayy benim zıkkım olan aşıma.
Vay ki ne vay.
Tevfik ve İnayet Rabbîi Rahimimizden.
Selat ve selam efendimiz Muhammede.
Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ seyyidinà Muhammed.
**Mevcut Hayatınızla Kıyaslayıp Şükrünüzü Ziyadeleştirin Diye Paylaşıyorum.**
Erzurumda, 1980 Yılı Ocak ayının başlarında düğünü oldu İsmail Hakkı nın.
Düğünü olalı birbuçuk ay ancak olmuştu.
Saçı başı bir karışıktı ki.! Gören, bu ne hal be aslanım demekten kendini alamıyordu.
Çünkü o kadar perişan ve pejmurde görünümlüydü ki. Sanki canlı cenaze gibiydi.
Aynı soruyu makam aracına aldığı Müdürü de sordu İsmail Hakkı ya.
Çalıştığı Fabrika şehir merkezine epey uzaktı. İsmail Hakkı, mesai arasında amirinden izin almıştı şehre gitmek için.
Ana yola çıkarak belediye otobüsünü bekliyordu ki fabrika Müdürü de makam aracıyla bahçeden çıkıp ana yola girerken durakta Ismail Hakkı yı görüp aracını durdurtarak onu da almıştı aracına.
Teşekkür etti utana sıkıla Müdür beye.
Müdürü Aydoğan beyde delikanlının ahvaline bakarak;
‐Ya evlâdım, sen daha yeni evlisin, nedir bu perişan halin?
Çiçeği burnunda damat sustu bir müddet.
Acaba dertleşsemiydi bu güzel ahlaklı babacan amiriyle. Zaten boğulacak gibiydi.
Ne gibisi. Çoktan boğulmuştu bile.
Efendim dedi yutkundu...tekrar yutkundu.
-Rahat ol, Yahya efendi (makam şoförü) de bende sırrını emanetimiz biliriz.
-Teşekkür ederim efendim.
-Nedir derdin be İsmail, evlâdım. Bu hüzünlü halin çok dokunuyor insana.
-Efendim, neresinden başlasam ki...!
Garibanın mutluluğu da böyle boyunu bükük oluyor işte.
-Niye izin aldım da erkende şehre gidiyorum Müdür bey? soruyu yine kendi cevapladı.
-Üç aydır bakkalın borcunu ödeyemedik düğün ihtiyaçlarına varımızı yoğumuzu harcamaktan.
Haklı adamcağız (yani bakkal), zor bekledi düğünün bitmesini. Dün akşam haber salmış çocukla.
-Ya ne olur kusura bakmasınlar da bende çok sıkıntılardayım diye.
-Bende yeni gelinden (saygısından hanımım diyemedi) bilezik falan isteyemedim, utandım.
-Sabah servisle işe gelirken aklıma geldi nişan yüzüğüm, gidiyorum onu bozdurmaya. Borcumuzun yarısına yetsin diye dua ediyorum.
Müdür bey yutkundu, elini gayri ihtiyari cebine doğru kaydırır gibi oldu birden ama durdu. Iyiki durdu diye çok sevindi yeni damat. Onurunu kırmış olurdu. Ben sanki onun için mi (maddi yardım) anlatıyorum diye düşünüverdi.
-Efendim, vallahi size konuştum ya..! Nasıl rahatladım. Allah razı olsun.
-İyiki beni konuşmaya cesaretlendirdiniz.
-Oldu olacak bir tane daha anlatayım mı izniniz olursa?
Müdür bey, sadece göz kapaklarıyla onay verebildi, canımı çok yaktın der gibi.
- Oturduğumuz evde altı yetişkin, ikide çocuk var. Abimde, bende evliyiz. Birde Anam ve kız kardeşim. Tek katlı ve çatısız evimizin üç odası var. Af buyurun tuvalet banyo müşterek. Mesela bu günlerde sularımız dondu donacak diye canımız burnumuzda.
Sular dondu mu; bulabilirsek pürmüz ile; (gazyağı veya benzinle çalışarak ağzından sıkıştırılmış alev püskürten bir aparat) pürmüz bulamazsak Anam; sobalardan aldığı harlı külleri su borularının geçtiği hatlara sererek donu çözmeye çalışır.
-Evimiz o kadar soğuk oluyor ki..! O müşterek olan banyo/tuvaletin yüzeyi, suların etrafa sıçramasından dolayı tamamen buzlanmış oluyor. Banyoya giren duvarlardan tutunmadan ayakta duramayacak kadar yani. Abartmıyorum..! banyonun beton zeminin buzları; evdeki yakacak stokumuza göre haftada bir yada iki haftada bir odun sobalı banyo kazanın yakılıp suyunun ısıtılması ile tabanındaki zemin eriyerek orijinal haline dönüşebiliyor.
-Vallahi şaka değil.
- 3 odamızın ikisi; bizim odaya göre iyi durumda. Alt zeminleri dolu, dolgulu.
Ama, üçüncü, yani bizim odanın altında bodurum var, kömürlük olarak kullanıyoruz.
Bu odanın tabanını zamanında tam kurumamış kereste ile kapattıkları için, kereste kurudukça tahtaların araları iki, hatta üç santim kadar açılmış.
Bizde mağazaların önünde bulduğumuz kalın koli ve kartonlarla kapattık. Birde anam buldukça eski kilim gibi sergileri getirip odanın halısının altına serip duruyor. Yinede bazen ayaklarımın altından rüzgar esintisini hissediyorum.
Düğünümüz olduğunda yengem bize ikram olsun diye kendi odalarını verdi. Onlarda o bodrumlu odaya geçtiler. Daha üç gün bile olmamıştı ki; üç ve beş yaşlarındaki iki oğlan yeğenlerimin elleri soğuktan şişmeye başladı. Bizde mecburen odalarını tekrar onlara verdik.
Bizim bu odada inanın efendim, soba çatır çatır yanarken bile vücudumuzun sobaya taraf olan kısmı ısınıyor ama diğer kısımları donuyor. Zaten saatler önceden, döşeğin altına serili elektrikli battanyeyi prize takıp ısıtmadan yatağa girebilmek ne mümkün.
Vallahi abartmıyorum. Daha dün akşam; sıcak/soğuk etkileşiminden dolayı odanın tavanından ince tabakalar halinde karlar patır patır koltukların üstüne düşüverdi.
Hatta, Hafta da bir iki defa uzun bir sopayla zemine battaniye sererek o kar tabakalarını süpürüyoruz da başımızın veya yatağın üstüne sürpriz dökülmeleri önlemiş oluyoruz.
-Dedim ya Müdür bey.....!
Garibanın mutluluğu da böyle boynu bükük bir garip oluyor işte.
İnanın ki bizim evde sakal tıraş olmak bile....!!!
Genç kardeşlerime...!
Kıssadan hisse.
Özellikle mevcut yaşantılarından varsa şekva edenler; lütfen sindire sindire okuyunuz. Lütfen...!
Bu bir masal, bir hikâye gibi yazıldı ama...!
Sizleri temin ederim ki; gerçek bir hayatın yaşanmışlığıdır.
Amacım; varsa eğer mevcut hâlinden şikâyet edenlerin yüreklerini azda olsa sakinleştirip hallerine sabır ve tevekkül ile şükretmelerine katkı sağlamaktır. Asla acitasyon (duygu sömürüsü) yapmak değil.
Ola ki 40 yıl öncesinin hayat şartları bunlar diye düşünen olursa; itimat edin ki günümüzde dahi böyle yaşantılar var.
Belki de daha zor olanı bile.
İsmail Hakkı nın şimdiki hal ve ahvaline gelince....!!
Zor günlerden, kolay günlere geçiş yaptı ya...!
Ellerini açtığında avuçlarına sıcacık sular dökülüveriyor ya..!
Yirmi dört saat sırtı sıcak oluyor ya...!
Ve İsmail Hakkı, ibadet ve taate halen daha üşeniyor ya..!
Vayy benim topraklar başıma.
Vayy benim zıkkım olan aşıma.
Vay ki ne vay.
Tevfik ve İnayet Rabbîi Rahimimizden.
Selat ve selam efendimiz Muhammede.
Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ seyyidinà Muhammed.
Yorumlar
Yorum Gönder